Petra: Ticaretten Doğan Mimarlık Harikası
Petra Antik Kenti
M.Ö. 1. yüzyıl sonlarında şimdi Ürdün sınırları içindeki Petra antik kentinde yaşayan bir Yunan filozofu, gördüğü çokça şeye büyük hayranlık duydu. Coğrafyacı Strabon’un bir arkadaşı olan Athenodoros, bu Nebati başkentini “birçok Romalı’nın ve başka birçok yabancının” Nebati halkı arasında yaşadığı kozmopolit bir kent olarak nitelendirdi. Sadece yabancıların “birbirleriyle ve yerlilerle davalı duruma düşmeleri, buna karşılık yerlilerin birbirlerine dava açmamaları ve birbirleriyle barışık olmaları” dikkatini çekti. Kavgacılıktan uzak oluşlarını “son derece iyi yönetilmeleri”ne bağladı. Servet edinmeye karşı olumlu tutumlarını, müzikli eğlence eşliğindeki ziyafetlerini, kralın “debdebeli içki âlemleri”ni ve bu âlemlerde “kimsenin on bir kadehten fazla içmemesini, her seferinde ayrı bir altın kadeh kullanması”nı da beğendi.
İçindekiler
Bu şatafatlı yaşam tarzına bakılırsa, bu süzme Yunan filozofu diğer Nebati alışkanlıklarını herhalde biraz yadırgamış olsa gerek. Öncelikle çok az kölenin olmasından dolayı, herkes sırasıyla kendi işini görmek ve ötekilere hizmet etmek durumundaydı; kralı bile kapsayan garip bir eşitlikçi uygulamaydı bu. Böyle “demokratik” eğilimler arasında, kralın “hak meclisinde krallık işlerinin hesabını vermesi” ve kadınlara başka ülkelerdeki normun bir statü tanınması vardı; yönetim kademesi açısından bu durum kraliçenin kralla , yer aldığı sikkelerde apaçıktı.
Petra Bölgesinin Konumu
Athenodoros ona yakın dönemde yaşayan Sicilyalı Diodoros’un, Büyük İskender’in subaylarından birinin M.Ö. 4. yüzyıl sonlarında Nebatilere ilişkin ilk ağızdan anlatımına yer verdiği Library of Hirtory [Bibliotheke Historike] adlı eserinden haberdar olsaydı, bu ilginç Arap halkının geçirdiği köklü değişimi kavrardı. Üç yüzyıl önce birçok Nebati büyük ölçüde çöllük arazide bir su kaynağından ötekine sürüsüyle birlikte dolaşmaya dayanan göçebe çobanlığı hâlâ sürdürmekteydi. Çölü ve kıt kaynaklarını yakından tanımanın deve biniciligindeki ustalıkla birleşmedi, diğer kabilelerin daha güçlü yerleşik halklara yeni düştüğü bir dönemde Nebatilerin bağımsız kalmasını sağladı. Ama değişimi yaratan şey başka bir unsurdu; kârlı buhur ve mürrüsafi ticaretine bağlı olarak artan zenginlik, güvenli yerleri ve yerleşik bir yaşam tarzını gerektirdi. Daha merkezî bir devlet örgütlenmesinin gelişmesiyle birlikte, Nebatîler komşu Yahudiye’yle, Seleukos Suriyesi’yle ve Ptolemaios Mısırı’yla temasa (ve çoğu kez çatışmaya) girdiler. Bu gelişme onları Roma’nın yeni ve açgözlü iktidarıyla da karşı karşıya getirdi .
M.Ö. 65’te üretken Nebati kralı III. Aretas, Kudüs’te krallıktan devrilen Haşmonayim hanedanı mensubu II. Hyrcanus’un danışman Antipatros tarafından, onun tahtı geri alma girişimini desteklemeye ikna edildi. Çatışma yeniden başlayınca, karısı Nebati kraliyet ailesinden olan Antipatros, çocuklarını güvende olmaları için Petra’ya gönderdi. Kalilede 25 yıl sonra kral olarak Yahudiye’nin başına geçecek olan genç Herodes de vardı; böylece gelecekteki hasımlarını ve onların antik dünyanın en güzel ve en özgün kentlerinden birine dönüştürmekte oldukları başkentlerini önceden şahsen tanıma fırsatını buldu. Bir zamanlar çadırlarda oturan Nebatîler artık becerikli mimari tasarımcılardı ve çöl kuyularını kullanmaya kadim yatkınlıkları gelişip büyük ölçekteki bir yaratıcı hidrolik mühendisliğine dönüşmüştü; kanallarla bu çöl başkentinin her köşesine taşınan su, gösterişli bahçe havuzlarının keyfini sürmeye bile yeterliydi. Herodes de aynı hüneri kapacaktı.
Petra’nın Mimarisi
Şekillerin, dokuların ve sonsuz kızıl kahverengi tonlarının nihai kıvrılışlarıyla belirlenen kumtaşı dağlarıyla çevrili Petra’nın günümüzde Sig olarak anılan ana girişi, kayalıkların arasındaki uzun doğal yarıktan geçerdi. Bu gölgeli ve esrarlı boğazda hiç kuşkusuz bir ölçüde ürperen ziyaretçilerin duyduğu huşu, alacakaranlıktan çıkışta Hazne’nin mutlaka mezar olmasa bile, cenaze çağrışımları uyandırıcı hir ikonografisi ulan ışıltılı oyma ön cephesiyle yüz yüze gelince daha da artardı. Muhtemelen IV. Aretas’ın uzun döneminde (M.Ö. 9 – M.S. 40). Nebati Krallığı’nın altın çağında oyulan yapının tasarımı, başta Deyr’in olmak üzere başka bir dizi ön cepheye ilham verdi. Ancak Hazine’nin aksine, Deyr’in ön cephesi insan formlarıyla süslenmedi ve İskenderiye üslubundaki gösterişliliğin yerine daha sade ve özgün Nebati sütun başlıkları geçirildi.
Petra, MÖ 1. ve MS 1. yüzyıllar boyunca, tanrılara ibadet edilecek kutaklar açmak üzere dağların üst kısımları düzleştirilirken ve bu yüksek yerlere ulaşmak üzere tören merdivenleri oyulurken, kazma ve keski şıkırtılarıyla çınlamış olsa gerek. Kumtaşı uçurumlara çok çeşitli üsluplarla ürkütücü güzellikte ön cepheler oyuldu; cephelerin büyük bölümünde Asur kuzgun merdiveni olarak bilinen basamak düzeninin bir biçimi kullanılırken, birçoğunda alınlık, gömme sütun, korniş, friz ve taçkapı gibi klasik unsurlara yer verildi. Bunların arkasındaki sade bölmelere ölüler gömülürdü. Bazı yapı ustalarının işi ise değişen ihtişam derecelerinde tapınaklar, kamu binaları, saraylar ve şahsi evler inşa etmek üzere ocaklardan taşlar çıkarmaktı. Bir zamanlar kentin ortasından geçen engebeli yol, çeşitli dönemlerde düzeltilerek yenilendi ve sıra sütunlu bir sokağa, günümüzde Kasrü’l-Bint olarak bilinen ana tapınağa giden görkemli bir güzergâha dönüştü.
Son Nebati Kralı
Son Nebati kralı II. Rabbel’in döneminde, Romalılar çevredeki krallıkları ortadan kaldırmıştı; kuzeydeki Suriye, güneybatıdaki Mısır ve batıdaki Yahudiye birer Roma eyaletine dönüşmüştü. Herhangi bir kaydın olmamasına karşın, Rabbel’in ölüm tarihinin M.S. 106, yani Suriye’nin Roma valisi Cornelius Palma’nın Ortadoğu Roma haritasındaki bu tek eksik alanı imparator Traianus adına yeni Arabistan eyaletine bağladığı yıl olarak kabul edilir. Geçiş şaşırtıcı ölçüde barışçıl oldu. Roma uyruğuna giren Nebati halkı çoğunlukla bulunduğu yerde kaldı ve günlük yaşamını aşağı yukarı eskisi gibi sürdürdü; ama vergiler artık yeni Romalı yetkililere ödenir oldu.
Depremler bölgede sıkça tekrarlanan bir sorundu. M.S. 113/ 1144’teki deprem birkaç binanın onarılmasını gerektirdi. M.S. 363’teki başka bir deprem daha ağır yıkıma yol açtı; yıkılan binaların birçoğu yeniden inşa edilirken, bazıları ancak kısmen onarıldı, bazıları ise terk edildi ya da kentin her yanında süren yeni inşa projelerine malzeme sağladı. Nebatîler arasında Hristiyanlığın yayılmasıyla birlikte, bu yeni projelere, birkaçı yıkık binalardan sökülmüş Nebati yapı unsurlarıyla süslenen kiliseler de katıldı.
İslam’ın 7. yüzyılda bölgeyi fethinden sonra, Petra ciddi bir gerileme sürecine girdi. Hayatını başka yerde sürdürme seçeneği olanlar hiç kuşkusuz daha üretken ticaret ya da tarım merkezlerine taşındılar; 1993’te bulunan 6. yüzyıla ait bazı papirüs tomarlarından, toprak sahibi bazı ailelerin kent dışındaki kır malikânelerine yerleştiğini biliyoruz. Daha az seçeneği olanlar ise çökmeye yüz tutan kentte kalarak, ellerinden geldiğince geçimlerini sürdürdüler. Petra 19. yüzyıl başlarında yeniden keşfedilinceye kadar, Batı dünyası için meçhul diyardı.
Kaynakça:
- John Julius Norwich – Antik Dünyayı Şekillendiren Kentler.
Instagram hesabımızı takip etmeyi unutmayınız…
The post Petra: Ticaretten Doğan Mimarlık Harikası appeared first on Antik Tarih.