Siyasi Arenada Venizelos ve Hrisantos – –
İçindekiler
Makale: Özhan Öztürk
“Ben bir tohum ektim, zamanı geldiğinde ülkem onun muhteşem meyvelerini toplayacak”
Rigas Feraios[1]
Bağımsız Yunanistan’ın kuruluşu’nun Anadolu Rumlarına Etkisi
1821 Yunan isyanı sırasında Yunanistan’da yaşayan 25 bin kadar Müslüman sadece Hristiyan Yunanlılar’a ait bağımsız bir Yunanistan yaratma önünde engel görüldükleri için çoluk çocuk katledilmiş olup, işlenen cinayetler bir nefret patlamasından ziyade önceden planlanmış siyasi bir planın uygulanmasından ibarettir ki[2] 1830’da Osmanlı imparatorluğu Londra Protokolü ile Yunanistan’ın bağımsızlığını tanımak zorunda kaldığında karşısında artık Türksüz, Müslümansız bir devlet bulunmaktaydı.
Fransız aydınlanmacılarını örnek alan Yunan devrimcileri altın çağını yaşayan Avrupa uygarlığının kökleri olan Klasik yunan ve Roma kültürlerinin manevi mirasçısı olmalarının da verdiği özgüvenle, yeni kurulan Yunan ulus devletinin çıkarlarına hizmet edecek parasız ve karma öğretime dayalı ilerici bir eğitim sisteminin yanı sıra, Yunan ulusunu resmi olarak bütünleştirme idealini kültür politikası olarak benimsemiş, 1833 ve 1837’de bu amaca yönelik iki de kararname çıkarılmıştır. Devletçi, klasik ağırlıklı ve merkeziyetçi eğilimdeki Yunan öğrenim kurumları[3] önce Yunanistan’ı ardından anavatan dışındaki Rumları Heleno-Hristiyan karakterli toplum haline getirmeye çalışmıştır. Bu sırada Osmanlı İmparatorluğu Rumlarının öğrenim görmesine yardımcı olmak amacıyla 1836’da devlet müfettişi Ioannis Kokkonis öncülüğünde Filekpaidefkidi Etairia (Eğitim Cemiyeti) kurulmuş kurum hem Yunanistan de Anadolu Rumları tarafından destek görmüştür. 1860’larda Amerika’nın Yunanistan büyükelçisi Rangabe Atina Üniversitesi’nde okuyan öğrencilerin yarısının Anadolu Rum’u olduğu burada edindikleri siyasi ve milli fikirlerle mezun olduklarını bildirmiştir ki[4] doğal olarak Yunanistan’ın milliyetçi tondaki eğitim anlayışı Bâb-ı Âli’nin Rum milletinin de ulaşmasını hedeflediği Osmanlıcı ulus-ötesi kimlik hedefiyle çatışmıştır. Anadolu Rum cemaati özellikle temel eğitim üzerinde dururken[5] hukuk, tıp ve eğitim alanlarında yükseköğrenim yapmak isteyenler ise yurtdışına –doğal olarak anadillerinin konuşulduğu- Yunanistan’a gidiyorlardı. 1878 yılı rakamlarına bakıldığında Pontus bölgesinde 1000 kişiden 39’u ilkokula, 4’ü ortaokula ya da daha üst bir mektebe gidiyordu ki bu oranlar Yunanistan ile sözgelimi Boeotia bölgesiyle karşılaştırıldığında sırasıyla 45 ve 20 idi[6].
Yetenekli Rum öğrenciler Yunanistan’da sadece okumakla kalmayıp aynı zamanda hızla büyüyen ülkede istihdam da ediliyor Rum Cemaati ile Yunan krallığı ortak eğitim kanalıyla gittikçe birbirine bağlanıyordu. 1830’larda İstanbul’da ve sonrasında Anadolu’da kız ve erkek öğrencilere yönelik Protestan misyoner okulları kurulup, çocuklarının kaliteli eğitim almasını isteyen aileler tarafından hızla kabul görünce durumdan rahatsız olan Rum Ortodoks Kilisesi halkının dinini değiştirmeyi hedeflediğine inandıkları bu okulları kapattırmak için Kutsal Sinod’u devreye sokmuş netice alamayınca da misyoner okullarında okumalarındansa Yunanistan’a öğrenci ihracını desteklemiştir. Eğitimin büyük kentlerde yaşayan varlıklı ailelerin çocuklarının yanı sıra iç kesimlerde yaşayan yoksul Rumlara da ulaştırılarak cemaatin eğitim düzeyinin yükseltilmesi, Yunan dilinin yaşama geçirilmesini sağlayacak[7] ve din değiştirme tehditlerine karşı Helenizm ve Ortodoksluk merkezli ortak bir kültür yaratılmasını sağlamıştır. Efir kökenli, İstanbul doğumlu romantik milliyetçi Atina Eğitim Cemiyeti başkanı Leon Melas’ın Anadolu cemaatlerine de bol miktarda dağıtılan 1858 tarihli “O Gerostathis” adlı romanında idealize edilen Klasik Yunan Uygarlığı ile Ortodoks Hristiyanlığın sentezi olan “Yunan Hristiyanlığı”[8] Yunanistan’dakiler kadar Anadolu Rum cemaatlerince de gençlerin anavatan yararına yetiştirilmesi amacıyla kullanılmıştır. 1861 yılında Osmanlı başkentinde kurulan İstanbul Rum Edebiyat Cemiyeti (Ellinikos Filologikos Syllogos Konstantinoupoleos) Osmanlı topraklarında yaşayan Rumların “Yunan dilinde eğitim” almasını amaçlamış, konferanslar düzenleyip dergi yayınlamış, Bâb-ı Âli’deki Yunan büyükelçisi de üyeler arasına katılınca derneğin itibarı iyice artmış, 1872’de Nevşehir’de 1876’da Trabzon’da sonraları Rumların yaşadığı diğer kentlerde benzer amaçlarla başka eğitim dernekleri kurulmuş, bu dernekler arasında kurulan kardeşlik bağları Yunanistan’a denk uzanmıştır. Ortodoks Kilisesi okullarda Yunanca ve antik Yunan kültürünün öğretilmesine öncülük ederken, okullar ve cemiyetler “entelektüel” ve “milli” kimlik kazandırdığı Rum gençlerini Osmanlı toplumu içinde donanımlı hale getirmiştir.
Yunan milliyetçilileri bir yandan Osmanlı toplumunda kazandığı servet ve statüyü tehlikeye istemeyen orta sınıf Rumlar’a güven vermeye çalışırken diğer yandan Rum patriğin dini otoritesinden çıkmakta olan Slav Ortodokslar, Arnavutlar[9] ve Türkçe konuşan Kapadokya Ortodoksları’nın günden güne yitirilmesinin kaygısını taşıyorlardı. Bağımsız Yunan krallığı, Osmanlı Devleti ile ilişkilerinde uluslararası antlaşmalarla güvence alınmış konularda diğer devletlerde eşit muamele görmeyi arzularken, Yunanistan’da yaşayıp yaşamadığına bakmaksızın –Osmanlı tebaası olanlar dâhil- tüm Yunanlılar adına konuşmanın mücadelesi vermeye çalıştığından ister istemez iki ülke arasındaki kültürel, dini ve politik ilişkilerde gerilim eksik olmamıştır. 19. yüzyıl ortalarından itibaren Yunan Krallığı vatandaşları çalışmak veya ticaret yapmak amacıyla başta Ege kıyıları olmak üzere Osmanlı topraklarına yerleşerek yerli Rumlar ile kaynaşmıştır. Bu kaynaşma doğal olarak diğer etkenler gibi Anadolu Rumlarının kültürel bilinçlenmesine yardımcı olmuştur ama Yunan milliyetçilerinin Anadolu Rumlarında “milli bilinç” oluşmasına yardım edip onları siyasi eyleme teşvik edip birleştirmek için kitlelere heyecan verip motive edecek bir “milli politik fikre” ihtiyacı olduğu ortadadır.
Megali İdea[10] ilk olarak Yunan Kralı Otto ile başbakan Ioannis Kolettis’in 1844 anayasasının yürürlüğe girmesi öncesinde yapılan tartışmaları sırasında sarf edilmiş olup özetle yurtları Müslümanlar tarafından ele geçirilmiş Rum ve Yunan halklarının kimi zaman kehanetler kimi zaman ise folklorik elementlerle canlı tuttuğu vatanlarını yeniden kazanıp, Mora Yarımadası dışına genişleyip başkenti Konstantinopolis olan Pontus, Trakya, Makedonya, Efir, Girit ve Kıbrıs’ı kapsayan bağımsız bir Yunan devleti kurma hayalidir. Kurulduğu andan itibaren fakir ve siyasi açıdan istikrarsız bir ülke olan Yunanistan, yoksulluk ve bölünmüşlüğünü kendi imkânlarıyla aşamayınca[11] iç sorunlarından kurtulmanın yolu olarak büyüme amaçlı aktif ve saldırgan bir dış politika izlemeyi benimsemiş, bu politikanın ideolojik temelini de bahsi geçen “Megali İdea” oluşturmuştur[12]. Yunan Krallığı içerisinde neredeyse herkes tarafından benimsenen Megali idea hedefine kahramanca savaşarak veya ekonomik gücün elverdiği oranda yavaş yavaş ilerleyerek ulaşmayı düşünen iki grup ortaya çıkmıştır. Buna karşılık Anadolu Rumlarının büyük bölümü Osmanlı yönetimi ile ters düşecekleri bir siyasi etkinliğe katılmayı düşünmemiş, ancak Yunan milliyetçiliğinden etkilenenlerin küçük bir bölümü Yunan Krallığı ile bütünleşme düşüncesini desteklerken çoğunluk Ortodoks Rusya’nın korumasında yaşamayı daha güvenli ve gerçekçi bulmuştur. Bavyera kralı Ludwig’in oğlu olan ilk Yunan kralı Otto’nun ardından tahta çıkarılan Danimarkalı Glückburg hanedanından 17 yaşındaki William George[13] tarafından desteklenen fikrin o dönem için hemen fiiliyata geçirilmesi ise hem Yunanistan’ın gücünün üzerinde olduğu hem de Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları Düvel-i Muazzama arasındaki uzlaşı sayesinde korunduğu için mümkün olmamıştır.
Milliyetçilere karşın 20. yüzyılın başlarında pek çok Yunanlı Osmanlı’yı Bulgarlar’a karşı müttefik olarak görmüş hatta Yunan çıkarlarının Osmanlı topraklarını ele geçirmekten çok onu içeriden Helenleştirmekte olduğu savunulmuşsa da 1908’de çok uluslu Osmanlıcılık felsefesinin çöküp, Jön Türklerin siyasi tavrının sertleşmesi, Balkan Savaşları çokuluslu devlet hayallerini suya düşürünce güçlenen pan-Hristiyan ittifakı Anadolu’nun da havasını zehirleyerek Hristiyanlarla Müslümanların birlikte yaşama umutlarını söndürmüştür[14].
Metaxas’ın Raporu Ciddiye Alınmayınca
Yunanistan Başbakanı Eleutherios Venizelos, Balkan Savaşlarının ardından Genelkurmay Başkanlığı’na vekâlet eden Albay Ioannis Metaxas’dan Anadolu’nun etnik yapısı ve Rum nüfus hakkında rapor hazırlamasını istemiş, Metaxas 1915 yılında hazırladığı 2 raporda “Küçük Asya’da 7 milyon Türk, 2 milyon Rum, 1 Milyon diğer ırklara mensup insanların yaşadığını, Rumların sadece Trabzon ve Batı Anadolu kıyılarında toplu, Trabzon’dan Kilikya’ya dek dağınık halde yaşadıklarını, Rum-Türk çatışmasının çıkması halinde Rum nüfusun Anadolu’yu terk etmek zorunda kalabileceğini” bildirmiştir.[15] Metaxas, raporunu Anadolu’daki bir toprak parçasını Yunanistan’a kazandırmak, bu yörenin denize uzak bölgelerinde uzun sürecek çetin bir mücadelenin yapılmasını gerektireceği, böyle bir operasyonun, arazinin ve ulaşımın elverişsizliği yüzünden son derece zor olduğu ve Yunan ordusunun, ilk aşamada sayısal üstünlüğünden dolayı başarılı olsa bile, içerilere doğru ilerledikçe gücünü yavaş yavaş yitireceği[16] sözleriyle noktalamıştır.
Venizelos, Paris Barış Konferansı’nda 30 Aralık 1918 günü Megali idea ilkesinden geri adım atarak Yunanistan’ın toprak isteklerini[17] sıralarken Pontus’u muhtıra kapsamına dâhil etmemiş hatta Trabzon’u denize ulaşabilmeleri için kurulması düşünülen Ermeni devletine bırakmıştır. Karadeniz Rumları anavatan olarak gördükleri Yunanistan tarafından Ermeni himayesine terk edilince doğal olarak hayal kırıklığına uğramışlarsa da pes etmemişlerdir. 18 Ocak 1919’da açılan Paris Barıs Konferası’nda Ermeniler Trabzon üzerinde hak iddia edince, Pontus heyeti başkanı Konstantinidis Bogos Nubar Paşa başkanlığındaki Ermeni heyeti ve Ermenistan Hariciye Nazırı Gobril Naradunkiyan Efendi ile görüşerek Ermenileri taleplerinden vazgeçirmeye çalışmış ama başarılı olamamıştır. Bogos Nubar Paşa ile Taşnak lideri ile Ermeni Millî Meclisi Reisi Avedis Aharonian 12 Şubat günü konferansa bir muhtıra vermiş, 26 Subat’ta ise müttefiklerin karşısına çıkarak Van, Bitlis, Diyarbakır, Harput, Sivas, Erzurum ile Trabzon’u istemiştir[18]. Venizelos, “Ermeni eyaletleri ile Rusya Ermenistanı’nın Milletler Cemiyeti’ne bağlı büyük bir devletin mandası altında bağımsız bir devlet olmasını önerirken, Trabzon Vilayeti’nin bu devlete bağlanmasını böylece 350 bin Rum’un Türk idaresinden kurtulabileceğini, benzer durumda olan Adana Eyaleti’nin de bu devlete bağlanabileceğini belirtmiştir[19]. Avrupalı diplomatların nabzını tutan[20] Venizelos’un önerisi Karadenizli Rum camiada hayal kırıklığı yaratmasına karşın niyet ve faaliyetlerini gevşetmeyen Pontusçular, 23 Şubat 1919’da İngiliz Yüksek Komiserliği’ne “Karadeniz Rum Cumhuriyeti” adlı bir devlet kurulması talebini resmen göndererek mücadelelerine yalnız başlarına devam etmişlerdir[21]. Konstantinides bir yandan Atina Pontuslular Komitesi’ne Yunanistan’ın tavrı hakkında şikâyet ve öfke dolu bir mektup gönderirken diğer yandan Barış Konferansı’na Karadeniz Rumları’nın nüfusu konulu bir istatistik vererek Venizelos’a rağmen bağımsızlık arzusunu ifade etmiştir. Pontus Milli Ligası başkanı Oekonomos ise “le Tepms” gazetesinde yayınlanan bir haberde Trabzon’un Ermeniler’e bırakılmasını fikrini “Ermenilerin Trabzon’da küçük bir azınlık teşkil ettiği” ve “milletlerin kendi mukadderatlarını kendilerinin tayin hakkının” olduğu gerekçeleriyle şiddetle protesto etmiş, 4 Mart 1919’da İstanbul’da “Pontus” adlı bir gazete çıkararak Trabzon’da bir Rum devleti kurulması konulu propaganda yapmaya başlamıştır[22]. Trabzon’un Ermeniler’e bırakılması önerisinin ciddiye alınması üzerine Fener Patrikhanesi’nin Paris Barış Konferansı’na gönderdiği heyet içinde delege olarak yer alan Trabzon metropoliti Hrisantos yerini Kofidi’ye bırakıp, Trabzon’dan ayrılırken Rumlar’a ümit vaat etmiş, 28 Mart 1919’da İstanbul’dan Paris’e doğru yola çıkmıştır[23].
Trabzonlu Rumlardan bir heyet İstanbul’a gelerek Caltrophe ile konu hakkında görüştükten sonra bir Yunan torpidosuyla Yunanistan’a gitmiş, Atina’da buluştukları 3 kişilik Amerikan heyetine açıkça “Yunanistan ile birleşmek istemediklerini bağımsız bir Rum cumhuriyetinin kendini yaşatabileceği kanısında olduklarını” bildirmişlerdir[24].
Marsilya’da İspanyol gribi olan Hrisantos rahatsızlığına rağmen Trabzon’un Ermeniler’e bırakılması tezine şiddetle karşı çıkarken, Rus işgali öncesinde Türklerin yönetimi kendilerine bırakmasını, işgal döneminde Ruslar ve Bolşevikler, ertesinde İtilaf devletleri tarafından yönetimlerinin kabul edildiği, bu süreç içerisinde İslam ve Hristiyanların can ve mallarının korunduğunu bildirirken[25], bölge nüfusunun etnik yapısını detaylı ama tartışmalı istatistiklerle sunmuştur. Aynı konferansa katılan Euxine-Pontus Yerlileri Meclisi başkanı Konstantin Jason G. Konstantinides ile Euxine-Pontus Milli Derneği başkanı Socrate Oekonomos’da Sinop’un batısından Kafkasya’ya dek uzanan eski Trabzon Komnen Krallığı topraklarında bağımsız bir cumhuriyet kurulması taleplerini içeren 12 sayfalık bir muhtıra sunmuşlardır[26]. Muhtırada 25 asır önce Yunanlılarca kolonize edilen bölge halkının Trabzon’un doğusunda Lazlar batısında Tsan adlı arkaik unsurlar olduğu, Tonyalılar’da olduğu gibi bir bölümünün Rumca konuştuğunu ve Trabzon’un fethiyle birlikte İslamlaşarak Türk olduklarını, 1856’da varlıkları ortaya çıkan Stavriotlar gibi bazı Türklerin hala Ortodoks oldukları vurgulandıktan sonra, 350 bin kadar Rum’un Türk zulmü yüzünden ülkesini terk etmek zorunda kaldığını, bunların 250 bin kadarının Kafkasya’da yaşayıp ülkelerine dönmek için fırsat kolladığını bu durumda bölgede Rum sayısının 700 bini bulabileceğini iddia etmiştir. İkili bölgede Rum cemaatinin 1.850 kilise, 1.400 okul, 2.650 öğretmen ve 60 bin öğrencisi olduğunu, Rumların Samsun’da gerilla savaşı vermesinin yanı sıra Kafkasya Rumlarının Albay Ananias komutasında müttefiklerin safında Bolşeviklere karşı savaştıklarını eklemeyi de unutmadan açıkladıkları sebepler ve liberal prensipler uyarınca Pontus sorununun çözümüne kavuşturulmasını istemişlerdir.
Hrisantos, 2 Mayıs 1919 tarihli muhtırasında Pontus bölgesindeki -Sinop ve Lazistan hariç- Rum sayısının, Kafkasya’daki 250 bin Rum’un da gelmesiyle 850 bini bulacağını[27] buna karşılık toplam 78 bin Ermeni ile büyük kısmı Rum kökenli olan 836 bin Müslüman yaşadığını bildirerek[28], İslamlar’ın 340 bin gerçek Türk, 200 bin Sürmeneli, 200 bin Oflu, 50 bin Kafkasyalı ve 5 bin Stavrion[29] gibi etnik gruplardan oluştuğunu iddia etmiştir[30]. Sonradan Eleutherios Venizelos, 1923 Lozan Konferansı’nda İstanbul Fener Rum Ortodoks Patrikliğinin Karadeniz bölgesinde yaşayan Rumların sayısını 447.828 olarak vermiştir ki, Yunanistan’ın resmi rakamlarına göre bunların 322.500’ü mübadele ile Yunanistan’a gelmiş, 86 bin kadarı I. Dünya Savaşı sırasında sırasında Rusya’ya kaçmış, geri kalanın akıbeti ise bilinmemektedir.[31]
ABD Cumhurbaşkanı Wilson, Fransa başkanı Clemenceau ve İngiliz Temsilciler Heyeti’nden Nicelsen ile yaptığı görüşmelerde umduğunu bulamamıştır.[32] Hrisantos, Paris temasları sırasında Amerikan heyetinden bir temsilciye Trabzon’un Ermeniler’e verilmesi halinde Rum ve Müslümanların karşı koyacağını açıkça bildirirken, Hristiyan ve İslam toplumlarının ortak ve eşit söz hakkına sahip olacağı ikili bir hükümet tarafından yönetilen, Yunanca ve Türkçe’nin resmi dil olacağı devlet planlarını muhataplarına nafile yere kabul ettirmeye çalışmıştır. Bununla birlikte muazzam miktarda serveti kontrol eden Mavri Mira Derneği Pontus Projesi’nin tesisi için Venizelos’a başvurarak tekrar destek istemiş, büyük devletlerin himaye ve Yunanistan’ın garantisi altında bağımsızlık isteğini yinelemişlerdir.[33] Avrupa’da aradığını bulamayan Hrisantos, İstanbul’da hükümet yetkilileriyle temaslarda bulunarak Trabzon Rumları’nın eski imtiyazlarının tanınması ön şartıyla uzlaşma ortamı aradıktan sonra yeni Trabzon valisi Haydar Bey ile aynı vapurla Trabzon’a gelmiş, Müslüman hamalların “zito” tezahüratları altında karaya çıkmıştır.[34] Kentte yayınlanan İstikbâl gazetesine demeç veren Hrisantos, yazıda Trabzon’un Ermeni idaresine verilmesine kesin şekilde karşı çıkıp, Türk ve Rumların birlikte yaşamaları gerekliliğini vurgularken[35] bağımsız bir Pontus devletinin sözünü etmeden ortak bir Anadolu ideali etrafında birleşme çağrısı yapmış, açıklamalarıyla liberal bir dünya görüşünü benimseyen Hürriyet ve İtilâf Cemiyeti taraftarlarının gönlünü kazanırken Türk, Yunan ve Ermeni milliyetçilerinin hedef tahtasına yerleşmiştir.[36]
Yunanistan’ın Mayıs 1919’da İzmir’e asker çıkarması bir yandan tüm Anadolu Rumları’nda büyük sevinç yaratırken diğer yandan Mustafa Kemal öncülüğünde Yunanlı işgalciler ve işbirlikçi İstanbul Hükümeti’ne karşı başlayan bağımsızlık mücadelesinin en önemli ateşleyicisi olmuş, Osmanlı dünyasında Hristiyan ve Müslümanlar arasında asırlardır birlikte yaşama sonucu örülmüş tüm bağları bir gün içerisinde çözüvermiştir. Osmanlı-Rus savaşları döneminde bölgeyi terk edip Kafkasya’ya kaçan Rumların bölgeye nakledilerek nüfus oranlarını arttırma çabasına girişilmişse de mütarekeden sonraki 6 ay içinde Hrisantos’un 250 bin beklentisinin çok altında ancak 8 bin kadar Rum Trabzon’a gelmiştir[37]. Ayrıca Kuzey Karadeniz sahil kentlerinde yaşayan yerleşik Rumlar, karşı devrimcilere destek verdikleri gerekçesiyle Bolşevikler tarafından katledilmeye başlayınca 28 Nisan 1919 tarihinde 500 kadarı bir Yunan gemisiyle Trabzon’a gelerek canını kurtarabilmişse de Trabzon’daki İngiliz temsilcisinin ricasına rağmen Trabzon Mevki Komutanı göçmenlerin kabul edilmesinin kentteki sefaleti arttıracağı gerekçesiyle Rumları kente kabul etmemiştir.[38] Trabzon Vilayeti’ne gelen Rusya Rumlarının sayısı dikkat çekmeye başlayınca Meclis-i Vükela[39] kabul edilecek göçmen sayısının[40] sınırlandırılması için karar almış[41] 18 Haziran tarihli telgrafta Trabzon Vilayeti’ne bildirilmiştir.[42]
1. Dünya Savaşı’na dek fikir hareketi olarak kalan Pontusçuluk, savaşın yarattığı kaos ortamıyla birlikte uygulama alanına kavuşmuş, Yunanistan ve Rusya’nın siyasi amaçlarına uygun olarak silahlandırılan Rum nüfusun manipüle edilmesiyle ilk çetecilik hareketleri ortaya çıkmıştır. İlk çeteler genel seferberlik emrine uymayıp, kaçıp köylerinin etrafında saklanana Rumlar tarafından oluşturulmuş, Rus ordusunun bu potansiyeli iyi değerlendirmesiyle Ermeniler’in Doğu cephesinde yaptığı gibi Orta Karadeniz Bölgesi’nde Türk ordusunun cephe gerisini zayıflatmak amacıyla kullanılmışlardır. Amerikan Başkanı Wilson’un ilkelerini kendilerince yorumlayarak bölgedeki demografilerini hesaba katmadan ya da abartarak bağımsız bir Pontus devleti propagandası için Avrupa’ya temsilciler gönderen Pontusçular’a aynı zamanda Yunanistan bütçesinden de nakdi para yardımı gönderilmiştir[43].
1917 devrimi ertesinde Rusya’ya yerleşmiş Rumlar Anadolu’ya göndermek için Rus ordusunda albay rütbesiyle görev yapan Rum asıllı Anonya’nın (Anonias) komutasında bir tümen hazırlanmışsa da[44] Bolşeviklerin Kafkasya’yı işgali bu planı engellemiştir.[45] 1. Dünya Savaşı dönemi veya öncesinde Kafkasya’ya yerleşen Rumların geri dönme arzusu hem bölgedeki nüfus dengesini değiştirerek ayrılıkçılığa destek olacağı hem de iaşe, barınma ve sağlık sorunları[46] gerekçesiyle Osmanlı hükümetince kabul görmezken Pontus Devleti fikrine sıcak bakmayan İngiliz subaylar tarafından da desteklenmiştir.
17 Mart 1919’da 100 Rum göçmeni Sohum’dan Trabzon’a gelmiş, kabul edilmek için Pontusçuların baskısından dolayı Kafkasya’dan kaçtıklarını iddia etmişlerse de başvuruları kabul edilmemiştir.[47] Osmanlı hükümeti, Osmanlı-Rus savaşları veya Balkan savaşları sıralarında Kafkasya’ya göçmüş ve Osmanlı uyruğundan çıkarılmış olan Rumların ülkeye sokulmalarını engellemek için gerekli tedbirleri almıştır. Kazım Karabekir Paşa 24 Ağustos 1919’da Harbiye Nezareti’ne gönderdiği bir telgrafta dışardan silah ve cephane getirilmemesi için gerekli önlemleri aldığını bildirmiştir.[48]
İngiliz ve Fransız savaş gemilerinin Karadeniz kıyılarını ablukaya alması, İngilizlerin önce Samsun’a 9 Mart 1919’da 200, 17 Mart’ta 150 ardından Merzifon’a 30 Mart’ta asker çıkarması tamamen İtilaf devletlerinin menfaatlerini korumak amaçlı girişimler olmakla birlikte bölgede yaşayan Rumlar’ın yalnız olmadıkları gibi yanlış bir izlenime kapılmasına sebep olmuştur.[49] İstanbul’daki Fransız İşgal Kuvvetleri Komutanlığı Trabzon temsilcisinin raporuna dayanarak Osmanlı hükümetine Karadeniz bölgesindeki Osmanlı memurlarının Rumları katletmeleri için Türkleri silahlandırdığını, bu tür bir olay ortaya çıkması halinde bölgedeki tüm memurların sorumlu tutulacağına dair bir nota vermiştir. Dâhiliye Nezâreti 23 Mart’ta tüm vilayet ve mutasarrıflıklara iddianın gerçek olup olmadığını sorarak, varsa yapanların tutuklanmasını, Rumların tecavüzlerine karşı sivil halkın tepki göstermesine fırsat bırakılmadan hükümet güçlerinin karşılık vermesi gerektiğini emrederken, Samsun mutasarrıflığı ve Trabzon Valiliği iddiaların gerçek olmadığını bildirmiştir[50].
Amasya metropoliti Germanos Karavangelis, İngilizlerin de desteğiyle yeni Rum çetelerini kurulmasına önayak olurken, Zile piskoposu Eftimos ile birlikte sayıları 40’ı bulan çete reislerini Samsun piskoposluğunda toplayarak Samsun, Bafra, Çarşamba, Ünye, Fatsa, Tokat, Niksar, Merzifon, Havza, Erbaa, Ladik, Amasya ve Vezirköprü bölgelerinde yeni örgütlenmeler oluşturulması, çetelerin birbiriyle koordineli çalışması, Türk köylerine karşı sindirme operasyonları düzenlemesi, Türk yetkililerinin tehdit edilmesi ve Osmanlı ordusunun ikmal kollarına baskınlar düzenlenmesine ilişkin emirler vermiştir.[51] (Detaylı Bilgi için Bkz. Samsun, Pontusçuluk Faaliyetleri)
Karadenizli Rumları, Yunanlılık ve bağımsızlık fikrine gün geçtikçe daha çok bağlanmış, Samsun’un İngilizler tarafından işgaliyle ümitleri artmış, 8 Mayıs 1919’da Giresun’a doktor ve tıbbi malzeme taşıyan bir Yunan Kızılhaç gemisinin gelişi metropolit Lavrentios’un da aralarında bulunduğu Rum cemaati tarafından coşkuyla kutlanmıştır. Giresun’da Pazar günü Rum okullarına Yunan bayrağının çekilmesi, Trabzon’da ise Yunanistan’ın bağımsızlık günü olan 7 Nisanın coşkulu törenlerle kutlanması gibi eylemlere rastlanmıştır. 27 Nisan 1919’da Trabzon’a gelen bir Yunan torpidosundan inen Yunan askerlerinden birisinin sarhoş olup bir Türk askerinin silahını almaya kalkışması üzerine asker tarafından öldürülünce, İtilaf kuvvetleri görevlileri Erzurum’da bulunan 15. Kolordu komutanı Kâzım Karabekir’den Türk askerinin cezalandırılmasını ve ölen asker için tören düzenlenmesini istemişlerse de talepleri reddedilmiştir. Yunan ordusunun İzmir’e asker çıkarmasının ardından, Yunan Kızılhaç gemileri Trabzon’a sıkça uğrayarak tıbbi yardım adı altında Rum çetelerine gizliden silah ve cephane sağlamış, bölgedeki Rumları örgütleyecek komitacıları karaya çıkardıklarından şüphelenilmiştir.[52] Bu yüzden Dâhiliye Nezareti Trabzon Valiliğine bir yazı göndererek Yunanlılar’ın çalışmalarının kısıtlanmasını ve yardımların valilik kontrolünde yapılmasını emretmiştir.[53]
Amiral Calthorpe, 6 Haziran 1919’da Lord Curzon’a gönderdiği telgrafta 4 Mart 1919’da Damat Ferit Paşa’nın iktidara gelmesinin Rum göçmenlerin Anadolu’ya getirilmesi ve durumlarının iyileştirilmesi için bir fırsat olduğunu bildirirken[54], Trabzon’da görevli İngiliz kontrol subayı Crawford, savaş sırasında bölgeden göç etmek zorunda kalan Osmanlı Rumlarının Kafkasya’da yaşanan açlık ve sefalet gerekçeleriyle kabul edilmeleri için yerel makamlar nezdinde girişimlerde bulunmuştur.[55] 3 Haziran 1919 günü bir Rum çetesinin takibi 2 İngiliz subay tarafından engellenince Dâhiliye Nezareti, 7 Haziran günü Hariciye Nezareti’ne yazı yazarak[56] konuyu İngiliz Yüksek Komiserliği nezdinde gündeme getirmelerini rica etmiştir. Tek başına bu örnek bile hükümet kuvvetlerinin mücadele konusunda kararlı bir tutum ortaya koymaktan çekindiğini ortaya koymaktadır ki biraz da bu sayede Rum çetecilerin sayısı 25 bine dek ulaşmıştır. Bu bağlamda işgal güçlerinin himayesinde geliştiği görülen Pontusçu çetelere karşı siyasi yollar kullanılmasının işe yaramayacağını bildiren Mustafa Kemal Paşa’nın 9. Ordu Müfettişi olarak olağanüstü yetkilerle Karadeniz’e gönderilmesinden, İstanbul hükümetinin İngilizler’in tepkisinden çekinerek açıkça uygulamaya sokmasa da Mustafa Kemal ile birlikte gizlice askeri seçeneği uygulamaya soktuğu düşünülmektedir.
12 Haziran 1919 günü Batum yönünden gelen bir Yunan gambotu Giresun’a gelmiş, gemi komutanı Giresun metropoliti ve kaymakam ile görüşerek Bolşevik devriminden etkilenen Rumların Anadolu’ya dönmeleri için çalıştıklarını, Yunanistan’ın Karadeniz ile emelleri olmadığını bildirince, Dâhiliye Nezareti 15 Haziran’da Trabzon Vilayeti’ne göçmenlerin amacı tespit edildikten sonra sakıncalı olmayanların kabul edilmelerini istemiştir[57]. Yüksek Komiserlik subaylarından Albay İan Smith başkanlığındaki İngiliz heyeti 1-13 Temmuz 1919 günleri arasında gerçekleştirdiği Doğu Karadeniz gezisi sırasında Sinop’a gelerek muhacir ve mültecilerin durumunu incelemiş, Rusya’da bulunan Rumların Karadeniz sahillerine yerleştirilmesi ve Bolşeviklerin Batum’a girmesi durumunda Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye teşkilatlarının muhtemel tavrı konusunda ağız aramıştır.[58]
12 Haziran’da Samsun Sancağında incelemelerde bulunan Yüzbaşı Hurst gibi Smith de gezi sonrası hazırladığı raporunda Türk ve Rumların birbiri aleyhine silahlandığını, Laz çetelerinin bölgeye yerleştiğini, jandarmanın yetersiz kaldığını, Rumların Pontus devleti kurmayı amaçlı eylem ve propagandalarının bölgeyi gerdiğini bildirmiştir.[59] 18 Haziran günü Meclis-i Vükela’nın Güney Rusya’dan gelen Rumlar’ın Trabzonlu bile olsalar bölgeye yerleştirilmemesi emrini içeren telgraf[60] Trabzon Vilayeti’ne gönderilmiş 22 Haziran’da ikinci bir telgraf gönderilerek Rusya’dan gelen Rumlar arasında Osmanlı uyruğu Trabzonlu olanlara engel çıkarılmaması emri gönderilmiştir.[61] Hükümet çetelerin faaliyetini engelleyebilmek için Rumların silahsızlandırmasına karar vererek 2 bin silah ile 1.200.000 mermi toplanmış, karar Rumlar tarafından tepkiyle karşılanırken, silahını teslim etmek istemeyenler dağlara çıkarak çetelere katılmıştır. Hükümet bölgede geniş çaplı bir çatışmanın yaşanmaması için zaman zaman af çıkarmış, Rumların yanı sıra Topal Osman gibi Türkler’de bu aftan yararlanmıştır.
İngiliz Yüksek komiseri Heatcothe Smith, Samsun bölgesinde gerçekleştirilen Pontusçu faaliyetleri yakından izlemiş, 15 Mayıs 1919 tarihli raporunda Rum piskopos Damianos’un Pontus Cumhuriyeti kurmak için çalışan en önemli yetkili olduğunu bildirmiştir. Smith’e göre Damianos, Rize ve Trabzon’dan Sinop’a dek uzanan sahil şeridini 80-150 millik bir hinterland ile birlikte yurt yapmayı amaçlamakta, Güney Rusya’da yaşayan 500 bin Rum’u (Bunların 1/5’i daha önce hiç Türkiye’ye yaşamamıştır) bölgeye getirerek bölgenin demografisini değiştirmeyi, Rum eşkiyaları eylem yapmaya teşvik ederek Avrupalılar’ın ama özellikle Amerikan Komisyonu’nun dikkatini çekmeye çalışmaktaydı.[62] Bu arada Haziran ayında başkan Woodrow Wilson (1856–1924) Amerikan Kongresi’ni Almanya ile imzalanan Versay Antlaşması’nın onaylanmasına ve Ermeni mandasına ikna edemeyince siyaseten etkisizleşmiş, İngiltere, Fransa ve İtalya Ankara Hükümeti ile uzlaşma arayışına girince “Büyük Ermenistan” de projesi fiilen çökmüştür.
13 Temmuz 1919 tarihinde İngiliz Genelkurmayı’nca hazırlanan Samsun-Amasya bölgeleri raporunda ise Samsun’da görev yapan piskoposun Pontus devleti propagandasının başında olduğu, iflah olmaz bir Helenist olarak hırs ve amaçlarının sınırı olmayan bu provokatörün durdurulursa bölgede barışın sağlanabileceğine değinilmektedir.[63] Aynı raporda M. Kemal’in faaliyetleri yakın takibe alınmış, İttihat ve Terakki taraftarlarının desteğini alan bu subayın Hristiyanların yaşamadığı bölgelerde Hristiyan karşıtı konuşmalar yaparken kozmopolit bölgelerde farklı söylem kullandığı, 3 bin kadar tüfeğe sahip Pontus çetelerini hedef alacağından şüphe duyulmaması gerektiği belirtilmektedir. Erzurum Kongresi’nde Mustafa Kemal’e karşı çıkan Trabzonlu liberallerin “Büyük Ermenistan” projesine karşı Rumlarla birlikte özerk bir Trabzon taraftarı olduğu hatta Gümüşhane metropoliti Lavrentios’la görüştüklerini duyan Hrisantos, Ali Rıza Paşa kabinesi döneminde (Eylül 1919 – Şubat 1920) Sivas Kongresi Heyet-i Temsiliyesi ile ilişkileri yürüten Ahmet İzzet Paşa (Furgaç) ile temasa geçerek, Karadeniz bölgesinde “kilise ve okulların statüsünün korunması, hukuksal özerklik, yerel meclis ve jandarmada Rumlar’a eşit pay verilmesi ve Rumca’nın ikinci resmi dil olarak tanınması” gibi şartları içeren bir protokol imzalamıştır. Protokol metninin bir kopyası Sivas Kongresi Heyet-i Temsiliyesi’ne ulaştırması için İtihatçı Kara Vasıf Bey’e vermilmişse de Hrisantos’un Anadolu Türkleriyle işbirliği çabaları Venizelos tarafından uygun bulunmadığı için engellenmiştir[64].
24 Ağustos 1919’da Osmanlı topraklarında uygulamayı düşündüğü “manda” idaresi konusunda incelemeler yapmak için ABD Senatosu’nun Anadolu’ya gönderdiği heyete başkanlık eden Tümgeneral Harbord[65] İstanbul’da Rum ve Ermeni patriklerle görüşürken, Paris’te bulunan Hrisantos, Amerikalılar’a Samsun, Trabzon ve Batum’da bulunan Rumlardan oluşturulacak düzenli birliklerin Amerikalılarla birlikte hareket edecekleri garantisini vermiş, Giresun metropolitine de Ermenilerin Amerikan heyetini kandırmalarını engellemek için çaba göstermesini istemiştir.[66] Kordos Cemiyeti’nin bölgede genel ayaklanma çıkarmaya çalıştığı istihbaratının alınması üzerine Erzurum valiliği 15. Kolordu komutanlığının uyarısına istinaden 31 Temmuz 1919’da Dâhiliye Nezareti’ne gönderdiği telgrafta Rumların Trabzon’a çete sokmaya çalıştığını bildirince[67], hükümet itilaf ve Yunan gemilerinin yakından takip edilmesi ve şüphelilerin karaya çıkarılmaması emrini vermiştir.[68]
9. Ordu’nun boşattığı Elviye-i Selâse’nin Kars ve Sarıkamış taraflarında bulunan Rum köyleri Batum üzerinden Karadeniz sahillerine gelmeye çalışırken[69] İç Anadolu’daki Rumlardan bazıları da güvenlik endişesiyle Rumların yoğun olarak yaşadığı Karadeniz sahillerine yerleşmeye çalışınca 1 Eylül 1919’da Harbiye Nazırı Süleyman Şefik Paşa, Dâhiliye Nezareti’ne bir yazı göndererek Elviye-i Selâse’den gelen Rumların kabul edilmemesini istemiştir.[70]
İngiliz askerlerinin Samsun’u boşaltmasının ardından kaderleriyle baş başa bırakıldığını düşünen Rumlar 1919 sonbaharından itibaren Trabzon Vilayeti’nden Batum’a doğru göç etmeye başlamış, sadece 1 Temmuz-18 Ekim 1919 tarihleri arasında resmi yollarla 1.840 Rum, vilayeti terk etmiş olup, gayrı resmi yollardan gidenlerin ise on binleri bulduğu sanılmaktadır.[71] Samsun’un Rum ve Ermeni mahallelerinde silah aranması İngilizlerce Hıristiyanlar’a katliam yapılacağı şeklinde algılanmış, 11 Kasım 1919’da İngiliz Yüksek Komiseri Amiral J. de Robeck, Lord Curzon’a gönderdiği raporda Milliyetçi Türk Teşkilatları’nın Rumların iç bölgelerde barınmasını engelleyerek onları iş, barınma ve yiyecek sıkıntısının yaşandığı kıyı kentlerine sürdüğünü dolayısıyla Kafkasya’ya göçe mecbur kaldıklarını, yerel makamların göçmenlerin mallarını iade etmekte isteksiz davranmasının da göçü arttırdığını bildirmiştir.[72] Rum ve Ermenilerin boşalttığı köylere Kafkas Cephesi’nden gelen Müslüman Muhacirler yerleştirildiğinden Rum ev ve arazilerini sahiplerine iade etmenin zorluğu[73] ortaydı ki İngiliz kontrol subayı Yüzbaşı Perring Amiral Webb’e gönderdiği 24 Ağustos 1919 tarihli raporda Samsun Mutasarrıfı Hamid Bey’in Hristiyanların mallarının iadesinde ısrar edilmesinin taraflar arasında çatışmaya sebep olabileceğini bu yüzden bu konuda ısrar edilmemesini tavsiye ettiğini bildirmiştir.[74]
Bu dönemde Trabzon Vilayeti’ne gönderilecek Rum çeteleri İngilizlerin desteğiyle Yunan subaylar tarafından Batum’da eğitilmiş ve silahları Yunan hükümetince sağlanmış olup[75], Batum’da İngilizler’e teslim edilen Osmanlı askeri depolarından[76] da Ermeni ve Rum çetelere silah sağlandığı sanılmaktadır.
Mondros Mütarekesi’nin 24. maddesinin[77] Doğu Anadolu’da kurulması planlanan Ermeni Devleti’nin yanı sıra Karadeniz Rumları içinde benzer fırsatlar yaratabileceği şüphesine İngilizlerin Yunanlılar’ın İstanbul Boğazı’nın Anadolu kıyısının Karadeniz’e açılan bölgesini işgal ettirmesi eklenince Türklerin kaygısı artmıştır. Mütareke ile Türk donanmasının işlevsiz kalmasına karşın Yunan gemileri Karadeniz kıyılarına kolayca ulaşarak[78] bölgede yaşayan Rumlar’a güven vermiş, gerektiğinde yardım etme fırsatına kavuşmuştur. 8 Kasım 1919’da Mustafa Kemal Paşa’nın Harbiye Nazırı Cemal Paşa’ya gönderdiği raporda Yunan sefaretine tayin edilen miralay Aleksandros’un muavinlerinden Yüzbaşı Drikis Kolakilas’ın bir torpido ile Pontus Cumhuriyeti hükümetine bağlı jandarma teşkilatını düzenlemek üzere Trabzon’a hareket edeceğini bildirmiştir.[79]
18 Aralık 1919’da Batum’da toplanan muhacir Rum delegeleri Sarraf Yuvanidis Efendi’nin başkanlığında “Pontus Rum Hükümeti”ni kurunca Paris Konferansı’nda[80] Pontus projesi aleyhine bir tutum takınan Yunanistan başbakanı Eleftherios Venizelos Yunan ordularının Anadolu’yu işgali sırasında faydalanabileceği bu girişimi pragmatik nedenlerlen dolayı benimser görünmüştür. Osmanlı hükümeti ise bu gelişme üzerine Mart ayından beri çeşitli gerekçelerle kısıtladığı Rum göçünü tamamen yasaklamıştır.[81] Yunanistan bölgedeki Rum nüfusu provoke ederek Müslümanlar ile çarpıştırmanın Ege’de konuşlanan Yunan ordusu üzerindeki baskıyı azaltacağını düşünerek, Batum ve Tiflis’teki Rumları askeri birlikler halinde teşkilatlandırmak üzere Albay D. Kateniotis’i göndermiştir.[82] Kateniotis, Yunan Kızılhaçı’na ait bir gemiye binerek Samsun’dan Batum’a dek Karadeniz bölgesini gezerek Rum cemaatinin nabzını tutmuş, görüp duyduklarını dönüşte Venizelos’a bir rapor halinde sunmuştur. Kateniotis, Hrisantos ve Kostantinidis’in Paris konferansında açıkladığı rakamların aksine bölgede Rumların sayısının Müslümanlardan çok daha az olduğunu, Samsun bölgesindeki Germanos’un sert tavrına karşılık Trabzon ve Batum çevresinde etkili olan Hrisantos’un Türklerle ılımlı ilişkiler içerisinde olduğunu Londra’ya giderek Venizelos’a bildirince, Yunan başbakanı “Pontus politikasını” hayallerden uzak gerçekçi bir çizgide tutmaya karar vermiştir.[83]
Venizelos’un Bolşevik rejiminden rahatsız olan[84] 200 bin kadar Rum’u Kafkasya’dan bölgeye getirme planı Anadolu’da kaygı yaratmış İstanbul Hükümeti Hariciye ve Dâhiliye Nezareti’ne girişimlerin engellenmesi için her türlü tedbire başvurulmasını emretmiştir.[85] Plana karşın Rusya Rumları bölgeye topluca yerleşme niyetinde olmamışlar, daha çok bölgedeki ailelerin asker kaçağı oğulları ya da siyasi amaçlar peşinde koçan az sayıda maceraperest Yunan, Rus veya Avrupa gemileriyle küçük gruplar halinde Samsun veya Trabzon limanlarına çıkmaya çalışmışsa da gerek yerel yetkililer gerekse Milli Mücadelenin emrinde görev alan 15. Kolordunun girişimleri sayesinde onlarda engellenmiş veya önemli ölçüde kontrol edilmiştir.
Yunan resmi politikasının gündeminden çıkan Pontus projesi Yunanlı milliyetçiler ve Karadenizli Rumlar tarafından desteklenmeye devam etmiştir. İstanbul Galata’da Minerva Hanı’nda faaliyet gösteren ve “Rum Muhacirleri Merkez Komisyonu” adıyla bilinen teşkilat gerçekte Etnik-i Eteryanın bir birimi olan “Kordus” gizli örgütü olup, Samsun ve Trabzon’a Yunan subaylarıyla[86] eğitilmiş askerler gönderilmesine aracılık etmiştir. Kordus’un çete faaliyetlerini yönetmesi için bölgeye gönderdiği Yunan uyruklu Albay Stelianos Siraçoğlu, Türk güçleri tarafından 5 adamıyla ölü olarak ele geçirilirken, bölgede faaliyet gösteren 27 Rum çetesi de yok edilmiştir[87].
Hrisantos, Paris Konferansı dönüşünde Türklerle Rumların birlikte yaşamaktan başka şansları olmadığını, Trabzon bölgesinde Ermenilerin bir hakkı olamayacağını, azınlıkların hukukunun temin edilmesinden sonra Türklerle Rumlar arasında bir ayrılık olmasına gerek olmadığı tüm toplumların kendi seciye ve ruhlarına göre müşterek bir Anadolu medeniyeti yaratması yaratmak için çalışarak ülkenin gelişmesine katkıda bulunacağını bildirerek Trabzonlu Türk liberallerle[88] dirsek temasına geçmiş ve desteklerini sağlamıştır. Hrisantos’un Türklere bu teklifine rağmen bir yandan Batum, Tiflis ve Erivan çevresini dolaşarak Pontus devletine destek araması[89] diğer yandan İngilizler’e Ermenilerle Rumların hükümet ve meclislerinin ayrı olduğu “Birleşik Pontus Cumhuriyeti” kurulmasını önermesi[90] gibi alternatifleri değerlendirmeye çalışması, Rum toplumun felakete uzanacak siyasi geleceğinin ne derece umutsuz olduğunu göstermektedir. Polis Müdir-i Umumisinin 4 Ocak 1920’de Harbiye Nezaretine gönderdiği bir raporda Hrisantos’un bir yandan Kuva-yı Milliye hakkında topladığı bilgileri Batum’da ki Pontus Hükümeti’ne bildirirken diğer yandan Ermeniler’in desteğini almak için Kars ve Ardahan tarafına gittiği kaydedilmiştir.[91] 23 Ocak 1920’de Trabzon’a geri dönen Hrisanthos Ermenilerin Trabzon isteklerinde mesafe aldıklarını duyunca refakatinde bir papaz olduğu hâlde 15 Şubat 1920 akşamı Fransız bandıralı Pake adlı vapurla Trabzon’dan İstanbul’a hareket etmiştir.[92]
27 Şubat 1920 Paris görüşmeleri sırasında Trabzon ileride kurulacak Ermeni devletinin sınırlarından çıkarılınca[93] Venizelos’un danışmanı Kateniotis sadece Trabzon ve Giresun’u kapsayan, Yunan mandası altında bir Pontus devleti tezini teklif etmişse de önerisi kabul görmemiştir.[94] Atina’da örgütlenen Pontus birlikleri İngiltere müsaade etmeyince Karadeniz’e gönderilememiş, Batı Anadolu’da Yunan ordusunda görev yapan Karaishakos adlı Pontuslu bir subay Mart 1920’de Samsun’a gelip Karaismail köyünde üslenmiş ve bölgedeki Rum çetelerinden düzenli askeri birlikler oluşturmaya çalışmıştır. Rumların ayrılıkçı faaliyetlerinin yanı sıra Çerkezler, Abhazlar ve Kürtleri de yakından takip eden Mustafa Kemal 16 Mart 1920’de Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Heyet-i Temsiliye’si adına Anadolu’daki mülki ve askeri makamlara bir telgraf göndererek yabancılarla işbirliği yapmayan Hristiyanların dirlik içinde hayatlarını sürdüreceğini, vatanın menfaatlerine aykırı hareket edenlere din ve milliyetlerine bakmadan kanunun şiddetle uygulanacağını bildirirken[95] benzer mealde ama sadece gayr-ı İslam unsurları suçlayan “kim Türk’e karşı emperyalizmin oyuncağı olursa düşmanımızdır” sloganı içeren bir makale bir kaç ay sonra Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde yayınlanmıştır.[96]
Ermeni lobisinin tüm girişimlerine karşın ABD Senatosu 24 Nisan 1920’de ikinci kez Versay Antlaşmasını onaylamayı reddedince Ermenistan’ın kurulması konusu sürüncemede kalmış, Britanya başbakanı Llyod George tek başına hareket etmekten çekinip Ermenistan konusunda Wilson’un kararını beklemiştir. Muhtemelen karar sürecini hızlandırmak için Yunan ordusu 22 Haziran’da askeri harekât başlatarak 8 Temmuz’da Bursa ve 25 Temmuz’da Edirne’yi işgal etmiştir. Yunan ordusunun kolay zaferlerini fırsat olarak değerlendiren Atina’daki Pontus komitesi 20 bin kadar iyi teçhizatlı asker gönderip -bölgedeki Çerkez ve Alevilerin de desteğiyle- Samsun-Sivas yolunu keserek Türk kuvvetlerinin geri çekilmesini engellemeyi dolayısıyla Yunan ve Pontus kuvvetlerinin buluşmasını önermişlerse de Venizelos maceraya girmek istememiştir.[97] Bununla birlikte Rusya’nın desteğini sağlayarak karşıt güçleri dengelemek isteyen Mustafa Kemal önce 26 Nisan 1920’de Trabzon üzerinden Moskova’ya “Milli Misak” kararlarını içeren bir mektup ardından Bekir Sami (Kunduğ) başkanlığında bir heyet göndererek 24 Ağustos’ta bir dostluk antlaşması yapılarak, silah yardımı elde etmiştir.
1920 Temmuz ayında İstanbul’da bir Pontuslular kongresi toplanmak istemişse de gerekli izinler alınamayınca iptal edilmiştir.[98] 19 Temmuz 1920’de Batum’da Kafkasya ve Güney Rusya temsilcisi Rumların katıldığı, Hrisantos’un da hazır bulunduğu toplantıda alınan kongre kararları Rum Patrikhanesi’ne bir muhtıra halinde gönderilmiş, oluşturulan bir heyet Yunanistan meclis başkanı, dışişleri ve sosyal yardım bakanları ile görüşerek çeşitli konularda yardım istemiştir.[99] Kongrede alınan kararlardan birisi de Rum gençlerinin Yunanistan’a askeri eğitim amaçlı gönderilmesi olmuş, Selanik’te kısa bir süre sonda 250’şer mevcutlu 3 gönüllü Pontus birliği oluşturulmuştur.[100]
10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevr Antlaşması tüm dengeleri değiştirmiş, antlaşmanın 89. maddesiyle Trabzon, Van ve Erzurum Ermenistan’a bırakılırken, ABD-İngiltere ittifakı Yunanlılar’ı devreye sokarak İtalyanlar’ın Anadolu’daki payını azaltmış, Fransızlar’a doğal kaynakları zayıf bölgeleri verilince işgal güçleri arasındaki paylaşım mücadelesi Türklerin direniş için güç kazanmasını sağlamıştır.[101] İngilizler, Mustafa Kemal’in Sevr’i kabul etmemesi üzerine Ankara’ya antlaşma şartlarını zorla kabul ettirebilmek için Yunan ordusunun Anadolu içlerine doğru yürümesini istemişlerdir.[102] Nispeten daha iyi cephane ve silahlara sahip, Yunan ordusunun başarısı bir ölçüde Türk kuvvetlerinin Rusya’dan basit motor ve gemilerle Karadeniz sahillerine getirip oradan limanlardan iç bölgelere nakledilen silah sevkiyatını kesmeye bağlı olduğundan İngiliz ve Yunan savaş gemileri Karadeniz sahillerini abluka altına almaya çalışırken[103] daha önceden bölgeye gönderilmiş Yunan subayları da Rum din adamlarının desteğiyle silahlı çeteler organize ederek bunları özellikle Türk ordusunun ikmal yollarına hâkim olmak için kullanmışlardır.[104]
Ankara Hükümeti’nin hesaplarına göre Rum çeteleri 1920 sonlarına dek Samsun’da 699, Çarşamba ve Terme’de 15, Amasya’da 25, Merzifon’da 45, Vezirköprü’de 24, Ladik’te 70, Gümüşhacıköy’de 34, Havza’da 13, Tokat’ta 30 kadar Türk’ü katletmiştir.[105] Bu durum üzerine Ankara Hükümeti, silahlı Rum çeteleriyle mücadele edebilmek için Aralık 1920’de Sivas’ta başlangıçta 10 bin mevcutlu Merkez Ordusu’nu kurarak komutasına Nurettin Paşa’yı[106] getirmiştir. Batı cephesinde kazanılan zaferlerin ardından sayısı 25 bine çıkarılmıştır. Ayrıca Mayıs 1921’de, TBMM Karadeniz havalisindeki Pontusçu faaliyetlerde bulunanları takip ve muhakeme etmek üzere Samsun’da bir İstiklal Mahkemesi bulundurulmasına karar vermiş, ilk olarak Trabzon’da Rumca yayın yapan Epohi gazetesi müdür-i mesulü ve ser muharriri ile Samsun metropolitliğinden elde edilen evraka nazaran Trabzon metropolit vekili Divan-ı Harb-ı Örfi’ye verilmiştir[107]. Merkez ordusu, Rum çeteleri üzerine çok sayıda askeri operasyon düzenlemiş, asker kaçakları Rumları toplayarak amele taburlarına katmış[108], sivil Hristiyanlar’ın elindeki silahları toplamış, Merzifon Amerikan Koleji gibi siyasi örgütlenme merkezlerini basmış, bölgeye dışarıdan (Kafkasya ve Kırım) gelen Rumlar’ı geri göndermiş, basına sansür uygulamış ve en önemlisi 15-55 yaş arasındaki Rum erkeklerini iç bölgelere sürgün etmek gibi karşı tedbirler alarak[109] işgal kuvvetlerinin hesaplarını bozmayı başarmıştır. 17 Ağustos 1921’de kurulan Amasya İstiklal Mahkemesi de büyük ölçüde çetelere yardımcı olan veya asker kaçağı durumda olan Rumları Hıyanet-i Vataniye Kanunu gereğince cezalandırmış, 10 Ekim 1921’e dek 3’ü İslam 174’ü Hristiyan 177 kişiyi idama, 74 kişiyi gıyabında idama, 10 kişiyi kürek cezasına, 34 kişiyi sürgüne mahkûm ederken 1 kişi de beraat etmiştir.[110]
Ekim 1920’de Rum patrikhanesi Yunanistan Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla Wilson’a bir telgraf göndererek Trabzon ve Pontus devleti konusundaki görüşünü bildirirken, Yunanistan başbakanı Venizelos ise İngiliz başbakanı Lloyd George’a Bolşevik yayılmacılığına ve İslam akımına karşı Gürcistan ve Ermenistan’ın yanı sıra bir Pontus devletinin gerekliliğini vurguladığı bir telgraf göndermiştir.[111] Bu dönemde Venizelos Lloyd George’dan askeri ve maddi yardım talebinde bulunurken Ankara ve Karadeniz’deki direnişin ancak askeri bir harekât ile kırılabileceğini, zafere ulaştıktan sonra Yunan birliklerinin 6 ay Ankara’da kalması gerektiğini kaydederken müstakbel Pontus devletinin sınırlarının Lazistan Sancağı hariç Trabzon Vilayeti, Kastamonu Vilayeti, Sinop Sancağı ile Sivas Vilayeti’nin Amasya, Tokat ve Karahisar sancaklarından oluştuğunu bildirmiştir.[112]
Kasım 1920’de yapılan Yunanistan seçimlerinde kaybeden Venizelos’un ülkeyi terk etmesi, 25 Ekim 1920’de kral Aleksandros’un ölümün ardından Yunanistan’ın İtilaf devletleri yanında savaşa girmesine karşı olan Konstantin’in gelip tahtına oturması, Yunanistan’da savaşa devam etmenin gerekliliğinin tartışılmasına yol açarken Türk ordusuna toparlanma fırsatı sunmuştur. Bu dönemde Anadolu Rumları da kendi içlerinde Kostantinciler ve Venizelosçular olarak ikiye bölünmüş, siyasi iklim değişimi kamuoyunda Venizelosçu olarak bilinen Trabzon Metropoliti Hrisantos’un girişimlerine ister istemez sekte vurmuştur. Ankara Hükümeti yeni bir Yunan saldırısından önce Karadeniz bölgesindeki baskıyı arttırarak Samsunlu 72 Rum’u Yunan vatandaşı oldukları gerekçesiyle bir Avusturya gemisine bindirilerek sınırdışı edilmiş,[113] Samsunlu Rumların Rumca gazete okunmasının engellenmesi için mutasarrıflığa emir verilmiştir.[114] Başlangıçta Pontusçuluk davasına hizmet edebilecek Rumların elindeki silahların toplanması[115] ve askere alınmaları[116] sayesinde bölgede hükümeti tehdit eden silahlı oluşumu tasfiye edileceği umulmuş aksinin gerçekleşmesi çeteler üzerine askeri harekâtı meşru hale getireceğinden tedbir olarak Merkez Ordusu’nun kurulmasına karar verilmiştir.
Wilson, 1920 yılı sonlarında çizdiği Anadolu haritasında Trabzon ile Tirebolu’yu Ermenistan’a bırakmışsa da, Kazım Karabekir’in komuta ettiği 15. kolordunun Kars’a doğru yürüyüşe geçerek Ermenileri bozguna uğratmasının ardından Türk ve Ermeni heyetleri 25 Kasım’da Aleksandropol (Gümrü)’de bir araya gelmiş, Ermeniler önce Trabzon ve Erzurum’u bırakmaya razı olup, Van, Muş ve Rize limanını istemişlerse de elleri boş dönmüşlerdir.[117]
Yunanistan’da 30 Eylül 1920’de bir maymunun ısırdığı Yunan kralı Aleksandros 25 Ekim’de ölüp, Venizelos’un da yeniden seçilemeyip iktidardan düşmesiyle baş gösteren siyasi bunalım yüzünden Yunan ordusunun Anadolu’dan çekilmesi ihtimaline karşın İngilizler, İstanbul’da örgütledikleri 1.000 kadar Venizelosçu Rum çeteciyi Yunanlı kurmay binbaşı Parkos komutasında Samsun’a çıkarıp, bölgede genel bir Rum ayaklanması başlatmayı planlamışlardır. Buna karşın gelen istihbaratı[118] değerlendiren Ankara Hükümeti çıkarmaya karşı bazı Türk köylerini silahlandırmak[119] ve Rum köylerini boşaltmak gibi tedbirler almış, zaten yeni kral Konstantinos da işgale devam kararı alınca bu proje rafa kaldırılmıştır.
Kaynak: Özhan Öztürk. Pontus: Antik Çağ’dan Günümüze Karadeniz’in Etnik ve Siyasi Tarihi (Genişletilmiş 3. Baskı). Nika Yayınları. Ankara, 2016